Birçok kişi piranaları; tehlikeli, insanlara saldırabilen,
etobur deniz canlıları olarak tanımaktadır. Açıkçası buna ben de dâhildim. :) Ama bu konuda suçumuz
olduğunu düşünmüyorum. Piranalar ile ilgili o kadar dehşet verici filmler var
ki. Sanırım sırf ürkütücü görünüşleri yüzünden sinema sektörü bu canlıları
bizlere yanlış tanıtmış. Her ne kadar bu durumdan benim yeni haberim olsa da yazının
okunabilirliğinin iyi olması adına; her şeyden haberdar edasıyla yazıma devam
edeceğim. :)
Güney Amerika’daki akarsularda yaşayan piranaların birçok
farklı türü bulunmaktadır. Hatta etobur olmayan türleri bile vardır. Ancak bu
konunun uzmanları bile bir pirananın hangi türden olduğunu anlamakta
zorlanmaktadırlar. Yani anlayacağınız bir piranayı gördüğümüz de onun etobur
olup olmadığını anlama ihtimalimiz pek bulunmuyor.
Tipik bir pirananın günlük yiyecekleri genelde balıklar,
kurtçuklar, deniz böcekleri, balık leşi ve su bitkilerinden ibarettir. En
sevdikleri yiyecekler ise kabuklu deniz hayvanlarıdır. Bir insanın pirananın av
kategorisine girmesi için ya ölmüş olması ya da ölmek üzere olması
gerekmektedir. Ölmüş bir insana bile ancak, yiyecek sıkıntısı yaşadıkları
zamanlarda saldırmaktadırlar. Piranalar canlı bir insana ise asla
saldırmamaktadırlar.
Yani filmlerde gördüğümüz; birkaç saniye içinde bir insanı
parçaladıkları sahneler tamamen bir uydurmadan ibaretmiş. Böyle bir durumun
olması için en az 500 pirananın aynı anda bir insana saldırması gerekiyormuş.
Bazılarınızın “Bu canlılar zaten sürü halinde gezmiyor mu?” dediğini duyar
gibiyim. Evet, süre halinde geziyorlar. Ama sürü halinde gezmelerinin temel
sebebi diğer yırtıcılardan korunmak. Saldırılarını küçük gruplar halinde
gerçekleştiriyorlar.
Kısacası; bize bu canlıları çok yanlış tanıtmışlar. :)
Mahir Önem Dost
Kaynakça:
Emren, Tuna. (2016). Popular Science (54. Sayı ss.94).
En uygun sağlık seviyesinde olmamız için vücudumuzun
vitaminlere ihtiyacı bulunmaktadır. Bu ihtiyaç ufak miktarlardadır. Hayatımızı
sürdürebilmemiz için gereken besinlerin yerlerini alamazlar. Hayatta kalabilmek
için karbonhidrat, yağ ve proteinlere ihtiyacımız bulunmaktadır.
Multivitaminler, çok düşük miktarlarda karbonhidrat ve
proteine sahiptirler. Buradan yola çıkarak günlük ihtiyacımız olan karbonhidrat
ve proteini vitamin haplarından sağlamaya çalışırsak her gün binlerce hap
yutmamız gerekirdi. Ve böyle bir duruma kalkışıldığında A vitamini
fazlalığından zehirlenirdik.
Her gün önerilen düzeyde 1-2 vitamin hapı ile yaşamaya
çalışsak; bu seferde 6 hafta içinde açlıktan ölecek hale gelirdik.
Özetlemek gerekirse;
- Günlük ihtiyacımız olan karbonhidrat ve proteini vitamin haplarından sağlamaya çalışırsak sonuç zehirlenme olurdu.
- Günlük önerilen düzeyde vitamin hapı ile yaşamaya çalışsak sonuç açlıktan ölümün eşiğine gelmek olurdu.
Mahir Önem Dost
Kaynakça:
Emren, Tuna. (2016). Popular Science (54. Sayı ss.90).
Güneş ışınlarına uzun süre maruz kalındığında vücut aşırı
ısınmayı önlemek için çalışmaya başlar. Bunu yapmanın yolu da terlemektir. Bu
işlemi yaparken normal bir zamana kıyasla daha fazla enerji harcar. Bir de
özellikle yeterince su tüketilmediyse; yorgunluk ve uyuşukluk baş gösterir.
Buna benzer bir durum da soğuk havalarda yaşanmaktadır. Bu
kez de vücut, vücut sıcaklığını normal değerlerden aşağılara düşürmemek için
enerji harcamaya başlar. Eğer yeterli düzeyde başarılı olamaz ise bu seferde
titremeye başlar.
Mahir Önem Dost
Kaynakça:
Emren, Tuna. (2016). Popular Science (54. Sayı ss.93).
Teknoloji geliştikçe sürekli daha fazla bilgi peşinden
koşturuyoruz. Deneyler, gözlemler, araştırmalar yapıyoruz. Uzaya araçlar
yolluyoruz. Kimisini gezegenlere (Curiosity), kimisini Dünya’dan çok uzaklara
(Voyager 1, Voyager 2). Çünkü merak ediyoruz ve sınırlarımızı zorluyoruz. Hatta Mars'a başarılı bir şekilde iniş yapan kaşif robotun adı bile Merak (Orijinal
adı: Curiosity). Bütün bunları yaparken, uzayın derinliklerine bile giderken
neden Dünya'nın merkezine bir yolculuk yapmıyoruz?
Dünya'nın merkezine ulaşmak için 6371 km içeriye doğru
yolculuk yapmak gerekmekte. Bu yolculuğu bizim yapmamız mümkün değil. Peki, bir kaşif robot göndersek ne olurdu?
- Bu kaşif robotun ilk sorunu tünel kazabilmek olurdu. Bu sorunu aştık diyelim. Hem tüneli açan hem de ilerleyebilen bir robot yapıldı.
- Dünya'nın merkezine yaklaştıkça inanılmaz bir basınç artışı olurdu. Bu basınç okyanusların en derin noktasındaki basınçtan 3000 kat fazla bir değer olurdu. Bu denli bir basınca dayanabilecek bir malzemeyi günümüz teknolojisi ile maalesef üretemiyoruz.
- Yine de o basınca da dayandığını farz edelim. Bu sefer de 5000 santigratlık bir sıcaklık ile yüzleşmesi gerekirdi. Yine maalesef ki günümü teknoloji ile bu denli bir sıcaklığa dayanacak malzeme üretemiyoruz.
Özetlemek gerekirse; aşırı derece basınca ve sıcaklığa
dayanabilecek malzemeleri günümüz teknolojisi ile üretemediğimiz için bu şuan
için imkansız.
Mahir Önem Dost
Kaynakça:
Emren, Tuna. (2016). Popular Science (54. Sayı ss.92).
Belki kaktüslerin bilgisayar monitörlerinden, televizyonlardan yayılan
radyasyonu emdiği ile ilgili duyumlar almışsınızdır. Hatta kaktüslerin
radyasyonu emebildiğini düşündükleri için ofislerini, çalışma alanlarını,
televizyon odalarını kaktüsler ile donatanlara denk gelmişsinizdir. Belki de
bizzat uyguladınız. :) Peki, gerçekten kaktüsler bu işte etkili
olabilirler mi?
İçi su ile dolu bir kavanoz radyasyonu emebilmektedir. Kaktüsün
radyasyonu emebilmesi konusunda yapılmış bir bilimsel çalışma olmasa da;
kaktüslerin bünyesinde su depoladıkları bilindik bir gerçektir. İşte bu yüzden
kaktüslerin radyasyonu emebileceği görüşü ortaya atılmış olsa gerek. Biz
konumuza kaktüslerin radyasyonu emebildiğini düşünerek devam edelim. Ve
radyasyon konusuna bakalım. Elektromanyetik radyasyon sadece düz bir hat
üzerinde yayılmaktadır. Yani kaktüsleri kullanarak radyasyondan korunmak
istiyorsanız; kaktüsün ekran ile sizin aranızda duruyor olması gerekmektedir.
Yani odanın köşelerinde bulunan bir kaktüsün size bu konuda pek yardımı
olmayacaktır.
Öte yandan gelişen teknoloji ile birlikte günümüzdeki televizyon ve
monitörlerde katot tüpünün olmayışı, bu cihazların yaydığı radyasyonu önemli
ölçüde azaltmıştır. Hatta o kadar ki, bu cihazların insan sağlığına zarar verme
ihtimalleri oldukça düşüktür. En azından bu konudan ötürü rahat edebilisiniz.
Mahir Önem Dost
Kaynakça:
Emren, Tuna. (2016). Popular Science (54. Sayı ss.89).